RAUF DENKTAŞ

Rauf Beyi hep medyada izlemişimdir. Bence o bir kurtarıcı. Ama bugünlerde kurtarıcıların çıktığı ülkelerde, o kurtarıcıların hiçbir önemi kalmadı sanki. İnsanlar şaşırtcı bir şekilde hafızalarını yitirmişler veya birileri, onlar hafızalarını yitirsin ve beyinlerini lüzumsuz şeylerle doldursun ve geçmişlerini unutsunlar diye uğraşıyor..

O gün 19 Haziran 2008’di. Benim Kıbrıs’a ilk gelişim. Bunca yıldır neden Kıbrıs’a ayağımı atmadığımı ben de bilmiyorum. Ama Beyazyüz ailesinin evine davet alınca, bu davete icabet etmenin bana çok iyi geleceğini düşündüm ve Günce’yi aldım Kıbrıs’a gittim.

Uçak Lefkoşa Havalimanına indiğinde ve kapılar açıldığında, sanki bir klimanın sıcak fanı yüzümüze üfürüyormuşçasına, sıcak bir havayla karşılaştım. Herhalde, hayatımda yaşadığım en sıcak gündü o gün. Daha önceleri Mersin’de falan duruşmalarım olduğunda dahi, bu kadar sıcak bir iklimle karşı karşıya geldiğimi hatırlamıyorum.

Kıbrıs, uçaktan aşağıya baktığımda, Akdeniz’in içinde bomboş bir gemi gibi yüzüyordu, sessiz ve sakin.. Ama içi en kıymetli mücevherlerle dolu, herkesin peşinde olduğu bir gemi.. Dünyanın en güzel gelinine hediye edilmiş bir çeyiz sepeti sanki. Türkiye’nin çeyiz sepeti.

Ama içindekilere bakılmadan suya atılmış bir sepet ne yazık ki. O gün uçaktan inerken, o güzelim çeyiz sepetini neredeyse 60 yıldır korumuş, ama denize atılmasına engel olamamış, adı Denktaş olan, ama aslında ‘taş’tan çok bir dalgalı ‘deniz’e benzeyen o adamla tanışmaya karar verdim.

Ama ben gazeteci değildim ki ! Denktaş beni kabul eder miydi ki!?

İlk birkaç gün, kaldığım evin sahipleri ile Kıbrıs’ın havasını koklayıp, ülkeyi gezdikten sonra, Profesör Erol Manisalı’yı aradım. Ona, Denktaş’la görüşmek istediğimi söyleyip; Denktaş’ın beni kabul edip etmeyeceğini sordum.. Erol bey, bana derhal Denktaş’ın telefonunu verdi. Ben de sekreterini aradım. Randevu almam çok kolay oldu. Bu sıcak yaz gününde ve bu yaşta, Denktaş’ın ofisinde olup çalışması beni daha da çok şaşırtmıştı.

Ve 25 Haziran 2008 sabahında, Günce’yi alıp ‘Kombus’ denen dolmuş-taksilerle Girne’den Magosa’ya gittim. Randevumuz sabah 9:30’da idi. Erken kalkmayı çok sevmemekle birlikte, geç kalmamak için evden biraz erken çıkmıştık.

Biraz Magosa’da dolaştık ve Denktaş’ın “Köşklü Çiftlik” denen çalışma ofisine vardık. Saat 9:15’di. Bahçe kapısının önündeki polis kulübesi boştu. Bahçe kapısı da aralık. Yerden yaklaşık yarım metre yükseklikte olan küçük kapıyı yavaşça itip, kızımla bahçeye süzüldük.

Hayret, evin kapısı da açıktı. Ve ortada hiçbir görevli görülmüyordu.. Aralık kapıyı açıp içeri girdik. Sol tarafta bir bekleme odası gördük. Oda o saatte (!) tıklım tıklım doluydu. Ziyaretçilerin çoğu yabancıydı. Çoluk-çocuk Denktaş’ı ziyarete gelmiş birkaç İngiliz aile.. Bize oturacak yer kalmamıştı. Karşı tarafta oturan güzel sekreter hanımın da izniyle koridordaki banka iliştik. Her yerde Denktaş’ın ünlü-ünsüz çeşitli kişilerle çekilmiş olan fotoğrafları asılıydı.

Burası herhalde zamanında bir evdi diye düşündüm. Tek katlı ve kolonyal tarzda bir ev. Hemen hemen 50-60 yıllık görünüyordu “Köşklü Çiftlik”. Yani Denktaş’ın Kıbrıs için hayatını vakfetmeye başladığı yıllarda yapılmış olsa gerekti.

Ben bunları düşünürken, birden evin dış kapısı açıldı ve içeri zil-zurna sarhoş ve yaşı 60’ların üstünde bir adam daldı. ‘Daldı’ dememin sebebi, izinsiz girer gibi gelmesindendi. Adam Rumca konuşuyor, arada bir de İngilizce Denktaş’ı çok sevdiğinden ve onu görmek istediğinden dem vuruyordu.

Adamın biraz fevri biraz da ‘alkoli’ hareketlerinden ürkmeli miyim, ürkmemeli miyim diye düşünürken evin arka tarafından -Denktaş’ın yardımcısı olsa gerek- kibar, orta yaşlı bir beyefendi yaklaştı; Rum adamla gayet güzel bir Rumcayla konuşarak, onu sakinleştirdi ve sonra da kibarca dışarıya çıkarttı.

İşte o zaman, iki şeyi anladım:

1) Hayatını Kıbrıs davasına adamış bu büyük adam, hiç de iyi korunmuyordu.

2) Denktaş’ın yardımcıları -ne idüğü belirsiz bir Rum davetsiz misafire karşı bile- ne kadar kibar ve misafirperverdiler.. Acaba bizden biri, yani bir Türk, eski Yunan veya Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı’nın çalışma ofisine dal-dost, hem de sarhoş bir şekilde girse, yüksek sesle ve Türkçe onu aradığını söylese, ona nasıl muamele edilirdi diye düşündüm.

Adam tam dışarı çıkartılmıştı ki, -bu arada ben bunları düşünmekte olduğumdan kafam önümdeydi- yanında küçük bir köpek bulunan, kum rengi bir pantolon giymiş 2 bacağın içeri adım attığını gördüm. ‘Bu sefer kim geldi ?’ diye kafamı, bu bacakların sahibine kaldırdığımda, Rauf Denktaş’ın bana ‘Günaydın!’ diyen yüzüyle karşılaştım. Saat tam 9:30’du !..

O gün kızım aslında benimle birlikte gelmek hiç istememişti. Türk çocukları ve gençleri, yakın tarihimizle ilgilenmiyorlar ki! Ülkenin ne gibi sorunları olduğu, kimlerce yönetildiği, bize hayatını vakfetmiş büyük adamlar ve saire kimin umrunda ? Tabii bunda sadece gençlerin suçu yok. Hangi tarih hocası, gençlere tarihi sevdirerek anlatıyor ki? Veya müfredat böyle bir anlatıma izin veriyor mu ki?

Denktaş, kızımı yanımda görünce, onu hemen yanına çağırdı ve ona en son yazdığı kitap olan ‘Karkot Deresi’ni vermeleri için yardımcılarına talimat verdi. Zaten sonra da bizi, çalışma odasına aldılar.

Rauf Denktaş’la o gün ilk ve son olarak güzel bir sohbet yaptık. Ben ona, bazı sorular sordum. O da yanıtladı.

Aşağıda, onunla yaptığım kısa röportajı okuyacaksınız :

– KOSOVA’NIN ABD’YE ÜS VEREREK BAĞIMSIZLIĞINI ALMASI HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ ? KIBRIS’TA BÖYLE BİR DURUM SÖZKONUSU OLABİLİR Mİ ? SİZ ÖYLE BİR ŞEYİ KIBRIS İÇİN UYGUN GÖRÜR MÜSÜNÜZ ?

ABD, Kıbrıs’ta, Rum tarafında bulunan İngiliz üslerini kullanıyor. Bu nedenle İngilizlerle birlikte Rumları memnun edecek bir siyaset izliyor.

– BİLDİĞİM KADARIYLA KIBRIS’TA DÖRT ADET TV VAR; ANCAK TÜRKİYE’DE SEYREDİLMİYOR. RUMLAR İZİN VERMİYOR DA ONDAN MI? YOKSA AB’Mİ İZİN VERMİYOR? BU, DOSTLUK ADI ALTINDA SAMMİYETSİZLİKTEN BİR ÖRNEK DEĞİL MİDİR?

Uyduya bağlı olan TV’ler Türkiye’den de izlenebiliyor. Uyduya bağlanamayanlar izlenemiyor. Sorun ekonomiktir.

– ABD’NİN IRAK’I “İNSAN HAKLARI” ADINA KORUMAK İÇİN BİNLERCE MİL ÖTEDEN KALKIP GELMESİNE VE ÜLKEYİ TALAN ETMESİNE DÜNYANIN BİRÇOK ÜLKESİNDEN TEPKİ GELMİYOR. NEDEN? TÜRKİYE’NİN GARANTÖRLÜK HAKKI OLMASINA RAĞMEN VE BU HAK İNGİLTERE VE YUNANİSTAN İLE BİR ANTLAŞMA İLE İMZA ALTINA ALINMIŞ İKEN NİÇİN BU ANTLAŞMAYA UYMUYOR? YUNANİSTAN VE İNGİLTERE ŞU ANKİ KIBRIS YÖNETİMİ BUNA NE DİYOR ACABA?

Uymadıkları ve uymak niyetinde olmadıkları içindir ki, 20 yıl uğraştan sonra 1983’de KKTC ilan edildi. Şimsi KKTC yokmuş gibi davranmamızı ve Rum’un gaspettiği ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adı altında birleşmemizi istiyorlar. “Garanti Anlaşması’na, Askere gerek yoktur” diyorlar, kısacası ENOSİS’i bu güne kadar önlemiş olan ne varsa bunlardan kurtulmak için uğraşıyorlar.

– TÜRKİYE’DE BİR KADIN PARTİSİ (GİRİŞİMİ) KURULSA -o tarihte kurulmamıştı- BÖYLE BİR PARTİYİ YA DA GİRİŞİMİ DESTEKLER MİSİNİZ?

Desteklememek için bir neden görmüyorum. Kadın-erkek herkesin herkesin parti kurmak hakkı vardır. Ancak, mevcut partilerin bünyesinde daha aktif rol alsalar/alabilseler daha şık olmaz mı ? Ayrı Kadın Partisi niye? Erkek-kadın kavgası mı var?

……

Sonra ayrıldık yanından Rauf Denktaş’ın. Kıbrıs’ın en kuzeyine doğru çıktık yola.. Kızımla ben mutlulukla…

Av. Mukaddes Günsu AKÇAGÖZ